1900’lü yılların başından beri Osmanlı İmparatorluğu çok fazla mücadeleye girmiş ve bu mücadelelerde ağır faturalar ödemiştir. Bu mücadele zinciri Trablusgarp Savaşı ile başlamış ve Kuzey Afrika’da bulunan son toprağını da kaybetmiştir. Daha bu savaş bitmeden I. Balkan Savaşı başlamış ve Balkan Savaşı’nı kaybederek 1300’lü yıllardan beri hakimiyeti altına aldığı Balkan topraklarında hiç toprağı kalmamıştır. Bu olumsuzluk içeride bugünün Genelkurmay Başkanlığı olan Bab-ı Ali baskınına sebep olmuş ve Osmanlı’da yaşanan ilk darbe bu şekilde tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Baskının yankıları içeride devam ederken Balkan devletleri kendi aralarında toprak kavgasına tutuşunca ki bu II. Balkan Savaşı’dır, Osmanlı’da fırsattan istifade etmeye çalışıp savaşa dahil olmuş ve kaybettiği Balkan topraklarının bir kısmını geri almıştır. Tabii bunun başarısına sevinemeden bu sefer de 1914 yılında başlayıp 1918 yılına kadar sürecek olan I. Dünya Savaşı başlamıştır. Osmanlı kendisini çeşitli sebeplerden dolayı ittifak bloğunda bulmuş ve geniş topraklarından dolayı birçok cephede savaşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı için Kafkasya’da, Suriye’de, Medine’de, Çanakkale’de ve daha birçok cephede işler yolunda gitmemiş ve buna bağlı olarak kayıplar sadece toprak, ekonomik ve siyasi olmamış, bu kayıpların yanında bir de eğitim ve gelecek adına da çok ağır kayıplara sebep olmuştur. Özellikle Çanakkale cephesine giden birçok genç henüz lise çağındaydı. Kendilerine birçok ağıt ve türkü yakılan bu genç öğrenciler 1915 yılında bu cephede şehit düşmüş ve başta İstanbul olmak üzere birçok Anadolu okulunda o yıl hiçbir öğrenci mezun olamamıştır. Bu durum, geleceğin öğretmenleri, mimarları, mühendisleri, doktorları ve daha nice ülkemiz için yarar sağlayacak alanlarda çalışma imkânına sahip olacak ve üretim yapacak gençlerin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Kaynaklara göre I. Dünya Savaşında 400.000’den fazla Osmanlı askeri şehit düşmüştür. Savaşın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı topraklarının işgaline hukuki bir zemin hazırlamıştır. 1918 yılında I. Dünya Savaşı’nın yaraları sarılmadan 15 Mayıs 1919 yılında Yunanların İzmir’i işgal etmesiyle Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 senesinde Samsun’a çıkarak Türk halkı için milli mücadeleyi başlatmıştır. Bu çıkış üzerine 4 yıl daha Türk milletinin bağımsızlığı ve özgürlüğü için kollar sıvanmış ve milli örgütlenme yapılmaya başlanmıştır. Bu süreçte bir de Sevr Antlaşması imzalanınca ve Anadolu’nun pek çok yeri işgalci kuvvetlerin müdahalesine açık bir hale gelmiştir. 4 yıl süren bu milli mücadele döneminde Doğu, Güney ve Batı cephelerinde birçok devlete karşı Türk Milleti fedakârca mücadele etmiştir. Bu 4 yıl içerisinde ise resmi kayıtlarda asker ve sivil olmak üzere 400.000 civarında şehit verilmiştir. Milli mücadelenin ardından imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türk milleti bağımsızlığını elde etmiş ve artık yeni bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bundan sonra Atatürk ve arkadaşları içeride hızlı bir çalışma başlatarak inkılaplarla birlikte Türkiye’nin dışa bağımlılığını engelleyip ekonomiden, eğitime, siyasetten, kültür ve hukuk alanına kadar birçok alanda önemli çalışma ve kalkınma hamleleri yaparak ülkeyi muasır medeniyet seviyelerine çıkarmak için gece gündüz çalışmışlardır. Bu süreçte bazı konularda ve inkılaplarda ister istemez Avrupa örnek alınmıştır. Pedagog olarak Albert Manşé’in getirilmesi, medeni kanunun İsviçre’den alınıp düzenlenmesi ve ceza hukukunun İtalya’dan alınması bunlara örnek verilebilir. Çünkü 1911 ile 1923 yılları arasında Türk milleti sürekli savaşlarla uğraşmış ve yediden yetmişe birçok şehit verilmiştir. Şimdi ise Türkiye’de aydın olabilecek insanların yokluğu büyük oranda hissedilmeye başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte artık savaşa girmeye ne tahammülü ne de gücü kalmıştır. O yüzden Atatürk içeride birçok alanda inkılaplarla uğraşırken ki bu inkılaplardan bazıları; 45 fabrika başta olmak üzere çeşitli bankalar ve ekonomide kalkınma planları ile Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun yanında eğitimde Milli Maarif Teşkilatı ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Harf İnkılabı, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu ve yabancı okulların milli eğitime bağlanması gibi birçok örnek verilebilir.
İçeride bu inkılaplar devam ederken dış politikada da “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” hedefiyle gerekli çalışmalarda yapılmıştır. II. Dünya Savaşı’nın başlama sinyalleri belirdiğinde Balkan sınırlarını korumak için Balkan Antantı, Güney sınırlarımız için Sadabat Paktı ve Boğazlarda tam bağımsızlık elde edeceğimiz Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmış ve dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikelere karşı oldukça akıllı bir çözüm yolu da böylelikle izlenmiş olmuştur. Bu anlaşmalar, sadece Türkiye’nin coğrafi sınırlarını korumakla kalmamış, aynı zamanda uluslararası arenada itibarını arttırmış ve bölgedeki güç dengesini sağlamlaştırmıştır. Bugün Avrupa’yı taklit etti ve Türk kültürünün yerine Avrupa kültürünü benimsetti diyerek Atatürk’ü eleştiren insanların biraz tarih okuyup gençlerimizi ve ileride aydın olacak liselilerimizi nasıl ve ne zaman kaybettiğimizi okuması ve milli mücadele döneminde Atatürk’ün iç ve dış politikasını detaylı ve öğrenme maksatlı okuyup araştırması tavsiye ederim. Özellikle, o dönem herkesin yaşadığı zorlukları ve Atatürk’ün bu zorluklar karşısında nasıl kararlı adımlar attığını anlamaları oldukça önemlidir. Bazı kararlar dönemin şartlarında mecburiyetten kaynaklı olarak verilebilir; dolayısıyla bu kararların arkasındaki stratejileri ve düşünce yapısını anlamak, tarihsel olayların derinliğini kavrayabilmek için büyük bir fırsat sunmaktadır. Sonuç olarak, geleceğimizin teminatı olan genç nesillerin, geçmişten alacakları derslerle ve bilgi birikimleriyle daha bilinçli bireyler olarak yetişmelerini sağlamak adına kitapla kalın, bilgiyle kalın.
YUNUS EMRE'NİN KALEMİ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
