Bir İmparatorluğun Uzak Cephesi: Trablusgarp

Siyasi birliğini geç tamamlayan İtalya, diğer Avrupalı rakiplerini (İngiltere, Fransa…) yakalamak ve Avrupa siyasetinde söz sahibi olmak için kendisine sömürmek üzere Trablusgarp’ı belirlemiştir. Bu süreçte Kuzey Afrika, sömürülmeye açık ve Avrupalı devletlerin çoktan sömürgecilik faaliyetlerine başladığı coğrafya idi. İtalya’ya yakın olması, İtalya’nın dikkatini buraya çekmiş ve 1911 yılında bölgeye asker çıkarmaya başlamıştır. İşgal doğrudan ve açık bir şekilde başlamıştır; bu noktada İtalya, askeri gücünü kullanarak bölgedeki otoriteyi süratle ele geçirme çabası içindeydi. Bu işgal sürecinde Osmanlı, bölgeye deniz yolundan asker sevk edememiştir. Çünkü hali hazırda bir donanması yoktur ve bu durum oldukça sıkıntılı bir tablo çizmektedir. Fransızlar Cezayir’i, İngilizler ise Mısır’ı işgal etmiş bulunmaktaydı. Bu durum özellikle Mısır’ın işgal edilmiş olması, Osmanlı’nın kara yoluyla da asker göndermesini engellemekteydi; bu da, Osmanlı’nın askeri kaynaklarını ciddi şekilde kısıtlamış ve stratejik hareket alanını daraltmıştır. Böylece Osmanlı, adeta eli kolu bağlı bir şekilde kaderine boyun eğmiş ve olacakları beklemekteydi. Ancak bu kasvetli havada bazı Osmanlı subaylarının içi içine sığmıyor ve bu işgal karşısında sessiz kalamıyorlardı. Bir şeyler yapmalıydılar; ülkelerinin topraklarını savunmak için harekete geçme arzusu, onların içinde bir ateş gibi yanıyordu. Osmanlı bölgeye asker gönderememiş olabilir, ancak bu durum göz göre göre toprağın gitmesine göz yummak olmayacaktı. Ordunun cesur subayları, bölgedeki halkın direnişini organize etme ve İtalya’nın ilerlemesini durdurma çabalarını sürdürmeye kararlıydılar; bu uğurda, siyasi iradelerine uygun olarak, örgütlenme ve destek bulma çabalarını hızlandırmak için gizli planlar yapıyorlardı.

Önce Trablusgarp’a ulaşıp bir savunma yapacaklar ve bu savunmada yerli halkı da mücadeleye dâhil etmek için çaba göstereceklerdi. Kısacası yerli halk ile birleşip direniş sağlanacaktı. Yalnız bu mücadele için Trablusgarp’a gitmek oldukça zor ve tehlikeliydi. Özellikle Mısır’ı işgal eden İngilizler şehrin giriş-çıkışlarında devriye gezerek Anadolu’dan( Osmanlı’dan) gelen Türkleri geçirmiyorlar ve hayatlarına da kast ediyorlardı. Gönüllü Osmanlı subayları bölgeye gitmenin yolunu kılık değiştirmekte buldular.

Mustafa Kemal ( Afganistanlı Gazeteci Şerif), Enver Paşa ( Kuyumcu Hamdi Bey) kılığında bölgeye gitmişlerdir. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var; Mustafa Kemal’in ilk savaşıdır. Diğer gönüllüler ise ; Teşkilat-ı Mahsusanın kurucularından Kuşcubaşı Eşref, Yakup Cemil, Fuat Bulca … Her biri bölgeye giderek önemli bir hizmete atılan, gözlerini karartmış askerlerdi. Hepsinin amacı aynı düşman işgaline karşı koymak.

Bölgeye ulaştıktan sonra her biri görev dağılımına göre çalışmalara başlamış ve halkı örgütlemeye hız vermiş ve askeri eğitimlerini de ihmal etmemişlerdir. Gündüzleri çok bir telaşlı ortam oluşmasa da gün battıktan sonra bölgesel mücadele ve çatışmalar artmaktaydı. Bu mücadelelerin ardından İtalyanların cephane ve silahları ele geçiriliyor ve ertesi gün daha fazla kuvvetli bir şekilde harekete geçiliyordu. Bu şekilde kitleler halinde savaş nizamı gibi olmasa da kısmen başarılı mücadeleler ortaya çıkmıştır.  Çatışmaların çetin geçtiği bir sırada İtalyan askerinin birinden çıkan kurşunun Mustafa Kemal’in kamufle olduğu sütunun mermerini parçalamış ve gözüne isabet etmiştir.  Bu çatışma da sol gözünden yaralanan Mustafa Kemal güvenli alana döndükten sonra gözünü doktora göstermiş ve ancak doktorun buradaki imkanların yetersizliğinden yakınıp en kısa sürede İstanbul’a dönmesi ve daha iyi imkanlarla tedavi olması gerektiğini aksi halde gözünü kaybedeceğini bildirmiştir. Mustafa Kemal Trablusgarp’ı bırakıp dönmek istemese de Enver Paşa ve arkadaşlarının ısrarlı telkinlerinden sonra başka çaresi kalmıyor ve savaşın sonunu göremeden İstanbul’a doğru yola koyuluyordu.

Kalanların da savaşın bitişini tam olarak gördükleri söylenemez.

1912’li yıllara gelindiğinde Balkan topraklarında bir felaket daha ortaya çıkmıştır: Balkan Savaşı. Dört Balkan devleti birleşmiş ve Osmanlı’nın zayıf durumundan yararlanmak amacıyla taarruz etmeye başlamış. Tabii Balkanlar, Trablusgarp’a göre daha önemliydi çünkü merkeze daha yakındı. Balkanlarda alınacak olan olumsuz bir sonuç, başkentin işgaline hatta devletin yıkılmasına sebep olabilirdi. Bu süreçte hemen yönünü Balkanlara çeviren Osmanlı devlet adamları, İtalya ile Uşi Antlaşması (1912) imzalamış ve bir direnç gösteremeden Trablusgarp’ı İtalyanlara terk etmişlerdir. Böylece Osmanlı’nın Kuzey Afrika’da bulunan son toprağı da bu şekilde kaybedilmiş oldu. Bu karara genç Osmanlı subayları çok sinirlenmiştir; onların gözünde henüz kaybedilmemiş olan bu topraklar, her ne kadar zorlu bir durum karşısında bulunulsa da, savaşarak savunulması gereken değerli alanlardı. Böyle bir anlaşma imzalamanın hata olduğunu düşünüyorlardı ve bu anlaşmanın, ittifaklar ve uluslararası ilişkiler çerçevesinde nasıl bir etkisi olacağını hesaplayacak kadar siyasal bir bilinçleri de vardı. Ancak kendilerine bu antlaşma bildirildiğinde, bir de geri dönüp hiçbir şey yapmayın emri de gelmiştir. Yapılacak bir şey kalmamış, el mahkûm bölgeyi terk edip İstanbul’a dönmüşlerdir. İstanbul’a dönerken, kafalarında şüphesiz birçok soru ve kaygı vardı; gelecekte karşılaşacakları tehlikeleri nasıl karşılayacaklardı? Ve sırada daha büyük bir tehlike olan Balkanlar vardı. Hazırlıklar yapılmalı, en kısa sürede askeri stratejiler oluşturulmalı ve fazla vakit kaybetmeden Balkanlar’da vatan savunmasına gidilmeliydi. Herkes, bu kritik durumun getirdiği yükümlülüklere karşı duyduğu sorumluluğu hissediyordu ve bu savaşın sonuçları üzerinden düşünerek, yenilginin tarihsel süreci üzerindeki etkilerini anlamaya çalışıyordu. Kitapla kalın, bilgiyle kalın…


YUNUS EMRE'NİN KALEMİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

yunusemreninkalemi tarafından yayımlandı

Merhaba.Ben Yunus Emre. Burada tarihin çeşitli alan, şahıs ve olaylarından oluşan makalelerimi ve denemelerimi paylaşacağım. Ayrıca YKS düzeyinde tarih ve diğer alanlarda çalışmanın nasıl yapılacağı ile ilgili de bilgiler olacaktır. Sizlerin de görüş ve önerilerine açığım

Yunus Emre'nin Kalemine Hoş Geldiniz.