Milliyetçilik ve Osmanlı: Tarihin Öğretileri

Fransa’da 1789 yılında bir ihtilal yaşanmış ve bu ihtilal sonucunda toplumsal alanda birçok kavram ve hak ortaya çıkmıştır. Bu kavramlardan şüphesiz en önemlisi milliyetçilik fikridir. Bu fikir akımı çok hızlı bir şekilde dünyaya yayılıyor ve toplumlar bu fikirden etkilenmesinin yanında bir de benimsiyordu. Bireysel ya da kitlesel olarak milliyetçilik fikrinin yayılmasıyla toplumsal alanda çalışmalar milliyetçilik üzerine kuruluyordu. Yazarlar ve filozoflar milliyetçilik üzerine yazılar yazmış ve bunların savunucuları olmuştur. Milliyetçiliğin bu şekilde hızlı bir yayılma gösterirken imparatorluklar da bu durumdan nasibini almıştır. Çok uluslu yapılar olan imparatorluklar milliyetçilik akımından rahatsız olmakla birlikte siyasi varlıklarını tehlikeye girdiklerini ve bu sorunun üzerine yoğunlaşıp varlıklarını korumaya çalışmalarının gerekliliğini anlamışlardır. İmparatorluk yapısında bulunan diğer gruplar, azınlıkların milliyetçi isyanlarıyla sarsılmakta hatta yıkılışlarına da büyük engel teşkil etmektedir. Bu süreçte, özellikle Balkanlar’da ve Orta Doğu’da milliyetçilik, belirli etnik grupların bağımsızlık arzularını körüklemiş ve çeşitli hareketlere neden olmuştur. Milliyetçilik fikirleri, sadece bir ulusun kendine öz benliğini bulmasında değil, aynı zamanda uluslararası siyasette yeni dengelerin ortaya çıkmasında da etkili olmuştur. Bu durum, azınlıkların statülerini sorgulamaya itmiş ve sosyal huzursuzlukları artırarak, birçok durumda kanlı çatışmalara yol açmıştır. Dolayısıyla milliyetçilik, yalnızca bireysel kimlik arayışlarının değil, aynı zamanda geniş çaplı sosyal ve politik değişimlerin tetikleyicisi olmuştur.

Osmanlı için de bu durum fazlasıyla sorun yaratmış ve imparatorluğun az sorunu varmış gibi bir de bu sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Ayrılıkçı isyanlar 1804 yılında Sırplarla başlamış ve kısa zamanda imparatorluk sınırlarında geniş yankılar uyandırmıştır. Bunun üzerine Yunanlar da 1820 yılında isyana başlamıştır. Bu isyan tam 6 yıl bastırılamamıştır. Henüz içeride olan bir isyan bile uzun yıllar bastırılamaması içinde bulunduğu durumu anlamamıza yeterli olacaktır. Bu isyanı bastırma noktasında Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istenmiş ve başarılı bir şekilde bastırılmasına rağmen Avrupalı devletlerin araya girmeleriyle 1829 yılında Yunanlar Mora yarımadasında bağımsızlıklarını ilan edip Osmanlı’dan ayrılan ilk azınlık olmuşlardır. Osmanlı bu süreçte iç isyanlar ve azınlık isyanlarıyla çok fazla yıpranmış ve bu durum dış siyasette de olumsuz olarak etki etmeye devam etmektedir. En azından ayrılıkçı isyanlarla uğraşmamak adına Osmanlı çareler üretmeye çalışmıştır. Bu çarelerin başında Tanzimat Fermanı gelmektedir. Dönemin önde gelenleri bir araya gelmiş ve Osmanlı coğrafyasında yaşayan herkesi eşit olarak kendilerini azınlık görmemeleri ve isyan etmelerini engellemeye çalışmışlardır. Bu süreçte yapılacaklar için anahtar kelime ‘’herkes’’ olmuştur. Eşitlik sağlanarak isyanların önüne geçilmesi planlanmış ve zamana ayak uydurulduğu bir toplum yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak, Tanzimat Fermanı’nın içeriği ve uygulanması noktasında yaşanan zorluklar, imparatorluğun mevcut yapısında derin yaralar açmış; bazı toplulukların bu yenilikleri içselleştirmekte zorluk çekmesi, isyanların devam etmesine zemin hazırlamıştır. Bu ferman toplumda bazı kesimleri umutlandırmış, ancak bazı kesimlerse bunu yapıp yapmamak ne derece doğru olduğunu düşünmeye çalışmışlardır. Zaten kısa süre içinde bu fermanın pek bir işe yaramadığı da gün gibi ortadadır. Bu durumu daha da karmaşık hale getiren, özellikle ekonomik sıkıntılar ve sosyal adaletsizlikler, imparatorluğun çöküş sürecini hızlandırmış ve ayrılıkçı hareketlerin artmasına neden olmuştur. Osmanlı’nın bu zorlu dönemde alacağı kararlar, yalnızca iç politikayı değil, aynı zamanda dış ilişkileri de derinden etkileyecektir.

1856 yılına gelindiğinde ise sorunların çözülmesi gerekse dışarıdaki devletlerin de iç işlerine karışmasını önlemek için yeni bir ferman ilan edildi. Bu ferman Islahat Fermanıydı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı sosyal ve siyasi sıkıntılara bir çözüm arayışının ürünüdür. Bu fermanla birlikte azınlıklara daha fazla haklar verilmiştir; eğitim, din ve kamu hizmetlerine erişim gibi konularda eşitlik sağlanması hedeflenmiştir. Bu haklar devlete karşı yapılan isyanları ve başkaldırıları önlemek için yapılmış olsa da, bu sefer toplum tarafından benimsenmemiştir. Birçok kesim, bu reformların yeterli olmadığına ve daha radikal değişimlerin gerekliliğine inanmaktaydı. Halk içerisinde kaos ve kargaşa ortamı artmıştır; özellikle alt sınıflar bu durumu içten bir mücadeleye dönüştürerek sosyal huzursuzluğa katkıda bulunmuş, bu da ülkenin temel dinamiklerini tehdit eden bir sis bulutu yaratmıştır. Bu belirsizlik ortamında, hem Osmanlı yönetimi hem de halk, gelecekteki yönelimleri üzerinde kafa yormak zorunda kalmıştır.

Osmanlı coğrafyasının bu dönemde milliyetçilik akımından uzak olduğu ve bu fikri benimsemekten ziyade imparatorluğu koruma telaşıyla ortak bir milleti koruma düşüncesinde olmuştur. Bu bağlamda, farklı etnik grupların bir arada yaşadığı bu geniş topraklarda, kolektif bir kimlik oluşturma çabaları, zaman zaman başarıya ulaşsa da, çoğu kez çatışmalara zemin hazırlamıştır. Ayrıca bu durum Türk milliyetçiliğine de zarar vermiştir; çünkü diğer milletlerin kendi kimliklerini ve bağımsızlıklarını talep etmesi, Türklerin dayanışma ve bütünleşme arzusunu zayıflatmıştır. Osmanlı aydınları bu zor ve sancılı süreçte biraz daha çatışma içinde kendilerini buldular. İlerleyen zamanda görülmüştür ki bu çabaların hepsi yersiz çıkmıştır; zira yapılan reformlar ve düzenlemeler, beklenen sonuçları vermekte yetersiz kalmıştır. Bu duruma en bilinen örnek ise Balkan Savaşlarıdır; bu savaşlar, sadece toprak kaybına yol açmakla kalmamış, aynı zamanda ulusun birliğini de derinden sarsmıştır. Bu durumu tarih sayfalarına görüyoruz; ancak biz alınması gereken dersleri alıyor muyuz? Günümüzde gelişmiş tüm ülkelerin temelinde milliyetçilik politikasının yaygınlığına şahitlik yapıyoruz. Bu strateji, toplumların kimliklerini korumalarına ve ulusal birlik sağlama yönünde ilerlemelerine olanak tanımaktadır. Bizim de bu durumda kendimize gelip milliyetçiliğe sarılmamız lazım gelmektedir; çünkü geçmişte yaşananlardan ders almayı başaramazsak, gelecekte benzer hataları tekrarlama riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Orhun Kitabelerinde Bilge Kağan’ın söylediği gibi “Ey Türk titre ve kendine gel”… Bu çağrının önemi, düşünce hürriyeti ve kimlik arayışının önemi kadar büyüktür. Kitapla kalın, bilgiyle kalın…


YUNUS EMRE'NİN KALEMİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

yunusemreninkalemi tarafından yayımlandı

Merhaba.Ben Yunus Emre. Burada tarihin çeşitli alan, şahıs ve olaylarından oluşan makalelerimi ve denemelerimi paylaşacağım. Ayrıca YKS düzeyinde tarih ve diğer alanlarda çalışmanın nasıl yapılacağı ile ilgili de bilgiler olacaktır. Sizlerin de görüş ve önerilerine açığım

Yunus Emre'nin Kalemine Hoş Geldiniz.